Türk medyası İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin: ‘Olay yerindesin ama uzaktasın…’
İSTANBUL – İsrail-Filistin çatışmaları 36 gündür devam ediyor. Hamas’ın silahlı kanadı Kassam Tugayları’nın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği ‘Aksa Tufanı’ saldırısının ardından Gazze’de can kaybı 11 bini aştı. İsrail’de en az 1400 kişi hayatını kaybetti.
Abluka altındaki Gazze’de yaşanan sivil ölümleri ve insani durum nedeniyle ateşkes çağrıları devam ederken, tüm bu olayların özellikle uluslararası basında nasıl aktarıldığı tartışılmaya devam ediyor. Peki Türk basınında durum nasıl?
Gazeteci ve akademisyen Ceren Sözeri’ye göre, “Tıpkı Ukrayna savaşında olduğu gibi Türk medyası da İsrail-Filistin çatışmalarını, Gazze işgalini ve katliamı bir ‘uzman’ gözüyle görüyor.” Sözeri, bunun en önemli sebebinin şüphesiz kaynak yetersizliği olduğunu, çatışma bölgesine muhabir gönderilemediğinde, sorunun köklerine inen haber programları hazırlanamadığında ‘savaş paneli tartışması’nın ortaya çıktığını belirtti.
Gazeteci ve akademisyen Can Ertuna da ana akım ve yaygın medyada yer alan tartışma programlarına dikkat çekerek, “Yine aynı doğal sorunla karşı karşıyayız” dedi. “Üretilen medya mesajları derinlemesine analize ne ölçüde olanak sağlıyor?” sorusuna cevap arayan Ertuna, “Uzmanlık alanında uzman olmayan kişilerin ekranlara yaptığı pek çok yorum, mevcut söylemi yeniden üretmenin, bilgiden ziyade fikir aktarmanın ya da farklı bilgiler aktarmanın ötesine geçmiyor. bakış açılarına, ideolojik tercihlerine veya siyasi konumlarına göre değişir.”
‘İNSAN HİKAYELERİNİ İNCELEME ŞANSI KAYBIYOR’
2012 ve 2014 yıllarında Gazze’deki savaşları takip eden Ertuna, dünya ve Türk basınının çatışmaları nasıl aktardığına değinmeden önce, sahadaki gazeteciler için son çatışmaları daha önceki çatışmalardan ayıran önemli bir unsura dikkat çekti. Halihazırda orada bulunan uluslararası basın mensupları dışında pek çok gazetecinin savaş alanına giremediğini, bazı uluslararası basın kuruluşları çalışanlarının ise bunu ‘ekli’ biçimde yaptığını belirten Ertuna, İsrail ordusunun bir uygulama başlattığını söyledi. Bu doğrultuda ve şu anda Türkiye’den hiçbir gazeteci bu yöntemle Gazze’ye giremiyor. girmediğini belirtti.
Bu sayede Gazze’ye giren gazetecilere çok sınırlı gözlem imkânı sağlandığını, girmeyen gazetecilerin ise haber yapma olanağının kısıtlandığını söyleyen Ertuna, “Yani aslında siz olay yerindesiniz ama sen olaydan çok uzaktasın.”
“Dolayısıyla gazeteciliğin temel gereklerinden biri olan gözlem yapma ve insan hikayelerini derinlemesine inceleme olanağı, kıyıdan yapılan bu gözlem nedeniyle ortadan kalkıyor. Daha önceki Gazze savaşlarıyla karşılaştırıldığında böyle bir fark haberin kalitesini de etkiliyor. Sahadaki bir gazeteci, krizin veya trajedinin farklı boyutlarını gözlemleyip aktarabilirken, çatışma bölgesinin kenarında haber yapmak, ağırlıklı olarak haber merkezlerinin veya bu haber merkezleri üzerinde etkisi olan çeşitli yapıların telaffuzlarının yeniden üretilmesine yol açıyor.”
‘BİLİŞİM ALANINDA BÜYÜK BİR SİMİMETRİ VAR’
Savaşın küresel medyada temsilinin oldukça sorunlu olduğunu ve ana akım Batı medyasının tarihsel olarak İsrail-Filistin çatışması konusunda taraflı olmakla eleştirildiğini hatırlatan Ertuna, bu eleştirinin neden sürpriz olmadığını şöyle açıkladı:
“İki ülke arasındaki asimetri, yani Filistinliler ile İsrailliler arasındaki güç dengesizliği sadece askeri, ekonomik veya teknolojik alanlarda değildir. Elbette bilgilendirme ve halkla ilişkiler faaliyetleri açısından çok büyük bir asimetri var. Dolayısıyla bu savaşa kadar İsrail’in özellikle Batı ana akım medyasında kendi söylemlerini kendi çerçeveleriyle duyurma konusunda Filistinlilere göre çok daha avantajlı bir avantaja sahip olduğunu zaten görmüştük.”
Bu bağlamda İsrail-Filistin çatışmalarının Türk medyasında nasıl yansıtıldığını değerlendiren Can Ertuna, ana akım medyanın her büyük olay ve krizde hükümetin bakış açısının ve resmi söyleminin arkasında durduğuna dikkat çekti. “Dolayısıyla bu krizde çok farklı bir tutum beklemek söz konusu değil” diyen Ertuna, “Ancak bunu yalnızca Türkiye’deki medya-siyaset ilişkileri ve basın özgürlüğü açısından değerlendirmek doğru olmaz.” Bize gelen mağduriyetlere karşı bir hassasiyetin olduğunu hatırlattı.
‘HABER MERKEZLERİ Kınama Açıklamalarının Arkasına Saklanıyor’
Batı ana akımının bu süreçte iyi bir sınav vermediğini ve İsrail yanlısı bir tutum sergilediğini belirten Ceren Sözeri, “Bazı durumlarda BBC gibi özür dilese de orada basın özgürlüğünün sınırlarını ve yapısal önyargıların sonuçlarını gördük. , fazla. “Farklı haber kaynaklarından, örneğin El Cezire’den daha fazla bilgi alabildik” dedi.
“Öte yandan bazı medya kuruluşlarının hükümeti eleştiren tutumlarına da burada rastlamak zor” diyen Sözeri, Türkiye’deki durumu şu sözlerle anlattı:
“Haber merkezleri, Başkan ve hükümetinin İsrail’i kınayan açıklamalarının arkasına saklanıyor veya göstermelik boykotlarla dikkatlerini dağıtıyor. Çelik ve petrolün Türkiye üzerinden İsrail’e gitmesine yönelik eleştirilere ya da bu ikilemi merkeze alan haberlere rastlamak zor. En fazla bir ‘uzman’ bunu ifade eder ve konuyu onaylayıcı söz ve jestlerle kapatır. “Bir başkasına geçiyoruz, alt şeritte artan ölü sayısı yazıyor.”
‘Neyin GÖZALDIĞI VE NEYİN ÖNE ÇIKARILDIĞI ÖNEMLİ’
Sözeri’ye göre, “Çok ciddi ve hain bir katliama tanık olduğumuz için çatışmalar konusunda bir dil birliği var ama neyin göz ardı edildiği, neyin ön plana çıktığı önemli.” Bu açıdan Türk medyasındaki durumu değerlendiren Sözeri, şunları söyledi:
“Bazı kanallarda, haberlerde, manşetlerde doğrudan Yahudileri hedef alan sert nefret ifadelerine tanık olduk. İsrail Devleti’nin eylemleri tüm Yahudilere atfedilemez. Bu konuya dikkat eden çok az kanal var. Üstelik İsrail’de ve başka yerlerde İsrail devletine tepki gösteren pek çok insan var. Örneğin ABD’li haber sitesi Democracy Now, bu işgale ve katliama karşı çıkanları öne çıkaran haberlere ağırlık veriyor. Türkiye’de bunu pek göremiyoruz. Bir kez daha sadece Türkiye’yi merkeze alan, bunun ülkeye maliyetini hesaplayan, İsrail’i ve ona destek veren Batılı ülkeleri eleştiren kolay bir çerçeve tercih ediliyor.”
‘Bağlamından kopuk haber, savaş sloganının çekilmesine dayanıyor’
Peki İsrail-Filistin çatışmasını haber yapmada gazetecilerin rolü nedir? Muhabirlerin izleyicilerine ve okuyucularına karşı sorumlulukları nelerdir?
Can Ertuna, öncelikle çatışmaların tarihi, sosyal, siyasi ve diplomatik bağlamı içerisinde sunulmasının önemine dikkat çekerek, şöyle konuştu: “Bağlamından kopuk bir haber veya analiz, sadece mevcut savaş ve çatışmanın resmini çeker ve Bir noktadan sonra bu kutuplaşmanın yoğun olduğu ortamda iş, savaş sloganlarının belli çevrelere yayılmasına dönüşüyor.” “Geliyor” dedi.
‘DENGE ARAYIŞI DENGESİZLİĞİ YENİDEN ÜRETEBİLİR’
İkinci olarak, her iki tarafın acısına ve sesine kulak vermenin önemine dikkat çeken Ertuna, “Bu aynı zamanda sürecin karşı taraftan nasıl göründüğünün anlaşılmasını da beraberinde getiriyor. Barış tek taraflı sağlanabilecek bir şey değil, her iki tarafın da uzlaşarak elde edebileceği bir şeydir. Dolayısıyla bu noktada dengeli gazeteciliğe ihtiyaç var” dedi.
Bu bağlamda küresel Batı medyasının ‘tarafsız gazetecilik’ tezini hatırlatan Ertuna, “Ancak tarafsızlık konusu da çok tartışmalı olabiliyor. “Asimetrik güç dengesinin olduğu ve şiddetin eşitsiz kullanıldığı bir savaşta bazen denge arayışı aslında dengesizliği yeniden üreten bir süreç haline gelebiliyor” dedi.
‘BARIŞ TALEPİNİ ARTIRMAK İÇİN BİLGİYE GEREKLİ’
Ertuna’ya göre, böylesi bir çatışma ve savaş ortamında sürdürülebilir, uzun vadeli ulaşılabilir bir barış için ses çıkarmaya çalışan, bunun için plan ve vizyon geliştiren kişi, kurum ve yapıların sesinin çıkması çok önemli. duyulmuş. Medyanın mevcut savaşın bir an önce devredilmesinin ötesinde Filistin sorununa yönelik nasıl bir analiz üretilebileceği sorusunu sorması gerektiğini vurgulayan Ertuna, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ateşkes bir şeydir; Sürdürülebilir, kalıcı barış farklı bir şeydir. Sürdürülebilir, kalıcı bir barış talebinin yükseltilebilmesi için insanların tarihi, siyasi ve toplumsal bağlam hakkında bilgilendirilmesi gerekmektedir. Kamuoyu ve vatandaşlar sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmezlerse kendi ülkelerinin yasa koyucularını veya yönetimlerini baskı gücü olarak etkileyemezler. Böyle bir etki olmazsa orta ve uzun vadede belki kısa süreli ateşkesler mümkün olabilir ama bölgeye sürdürülebilir ve kalıcı bir barışın gelmesi mümkün olmayacaktır.”
‘ŞİDDET GÖRÜNTÜLERİ BİR ZAMAN SONRA TEPKİSİZLİĞE YOL AÇIYOR’
Ceren Sözeri’ye göre öncelikle barış taleplerinin daha görünür hale getirilmesi gerekiyor. “Barışın önündeki engelleri doğru anlatmak kadar çözüm üretmek de önemli” diyen Sözeri, “Aksi takdirde ağlayıp ekran karşısında ölen çocuklara üzülmekten başka yapabileceğimiz bir şey yokmuş gibi hissediyoruz.” Yaralı ya da ölü çocukların görüntüleri durumu anlatmak için daha özgürce kullanılıyor, çünkü bilgi kirliliği ve propaganda savaşı da var ama izleyicinin ve okuyucunun bunlara alışması ve bir süre sonra alışması riski de var. sırasında. “Şiddet görüntüsü belli bir süre sonra tepki yerine tepkisizliğe yol açıyor” dedi.
‘MİLİTARİST DİL İNSANLIĞA KARŞI İŞLENEN SUÇLARI MEŞRU KALIYOR’
Sözeri ayrıca şu noktaların altını çizdi:
“Bu durumda adaletsizliğe karşı çıkanların sesini duymak, barışı inşa etmenin yollarını tartışmak, örneğin İsrail’de muhalefetin sesini duyurmak, Yahudileri hedef alacak söz ve görüntülerden kaçınmak çok önemli. . Barış gazeteciliği kelime seçimleriyle ilgili değildir; Barış gazeteciliği barışı sağlayacak çözümler aramaktır, dolayısıyla operasyonları harita üzerinde anlatmak, füze menzillerini tartışmak, orduların güçlerini karşılaştırmak barışa katkı sağlamamakta, kullanılan militarist dil insanlığa karşı yapılan hataları meşrulaştırmaktadır. İnsanları sayılara, yok edilmiş amaçlara indirgemektedir. “Terörist kelimesinin kullanımı gibi çatışma zamanlarında kullanılacak kelime ve çerçevelerin unsurlarını belirlemenin haber kuruluşları açısından değerli ve faydalı olacağını düşünüyorum.”